Sonbaharda Atina: Tanrıların Şehrinde Sarı Bir Mevsim
Ege’nin rüzgârı hafifçe serinlerken, Atina sonbaharı kente başka bir ışık getirir. Yazın kalabalığından arınmış sokaklarda, sarı yapraklar Akropolis’in mermer basamaklarına yavaş yavaş dökülür. Bir zamanlar tanrıların ayak sesleriyle yankılanan bu taşlar, şimdi rüzgârın fısıltısını dinlemektedir.
Zeus’un göğü saran bakışı bile sanki dinginleşir bu mevsimde, Athena adını verdiği kenti altın renkli bir zeytin dalıyla selamlarken. Gökyüzü griye çalan mavisiyle Parthenon’un sütunlarına yaslanır; sisli sabahlarda kent, Olimpos’tan inmiş bir düş gibidir.
Plaka’nın dar sokaklarında yürürken, kahverengiye dönmüş sarmaşıklar beyaz evlerin duvarlarını sarıyordur. Bir kafede oturup sıcak bir kahve içtiğinizde, zaman yavaşlar; gölgeler uzar, konuşmalar fısıltıya dönüşür. Belki de Dionysos’un ruhu, sonbaharın bu sarhoş edici sessizliğinde hâlâ dolaşıyordur.
Ulusal Bahçe’de yürürken, sararan yaprakların arasından Erekhtheion’un ince sütunlarına bakan Karyatid’ler sanki göz kırpar. Gece indiğinde ise Atina, yıldızlarla örtünmüş bir tiyatro sahnesidir artık. Gökyüzünde beliren ay, Poseidon’un denizlerinden değil, sanki Attika’nın topraklarından yükselir.
Sonbaharda Atina, yalnızca bir şehir değil; hem geçmişin mitlerine, hem de geleceğin hayallerine açılan kapıdır. Rüzgârın taşıdığı hikâyeler, göçmen kuşların kanatlarında, zeytin ağaçlarının gövdesinde, mermer basamakların serinliğinde saklıdır. Ve siz, bu mevsimde, belki de tanrıların kadim kentine değil; kendi ruhunuzun derinliklerine yolculuk yapıyorsunuzdur.